yaşamın kendisi bile

seni anlatmak için var

...

evinin önünde

dolaşırdım

yokuştu hafif sokak

bir aşağı

bir yukarı

akşamdı çoğunda

bazen de gece

pembe miydi?

yoksa kiremit mi?

rengi evinin

hepsi aynıydı aslında

benim için

yeter ki sen içinde olsun du

acaba derdim

kendi kendime

çıkmaz mıydı dışarıya

sigara ya da

hayatın bahanesi

herhangi bir şey için

konuşamasak da

aynı dükkanda

parayı uzatırken birlikte

eline değme 

ve de

göz göze gelme ihtimali

beni sarar sarmalardı

işte uyku öncesi saatlerde

bu heyecanla

insanların ters bakışlarına kadar

bir aşağı

bir yukarı

...

konuşmak

aşkı ifade etmenin

en kolay

fakat

en etkisiz yoludur

...

eskide mi yaşıyorum

olsun

neyini gördüm

yeninin

yada göreceğim?

eskinin sıcaklığından

ileri

...

bu bir emek

bu bir özen

bu bir güven

bu bir özgünlük

bu bir özgürlük

bu bir önem

bu bir değer

bu bir tutarlılık

bu bir saklılık

bu bir risk

bu bir herşey

belki de

bu bir ütopya

herhangi bir

canlı  ya da

cansıza verilen değil

sana, aşka verilen

önemsemesen de

konuş benimle

bu zor değil

...

aşkı güzel kılan şey nedir?

yalnız da yaşanabiliyor olması

...

sadece

sana bakmak istiyorum

konuşmama

veya konuşmana

fırsat kalmasın

bakışların ağırlığından

zamanı kapatma çabasından

görmek istediğini

görme özleminden

vazgeçtim

sadece

sana bakmak

     ...

geçmiş yaşamımda hemen hemen hiçbir sorunumda hiçbir kimsenin bana faydası olmadığını gördüğüm için, sorunlarımı kendi kendime yaşamaya başladım... Ve bunun reaksiyonunu da içe kapanma ve sessizlik olarak karakterleştirdim... yani bende şu olmuyor: paylaş, konuş ve rahatla...                 bu durum uzun sürmez... içselleştirene, kabullenip çözümü değilse bile yürüyeceğim yolu belirleyene kadar ancak... ondan sonra "normale" dönebiliyorum... doğru mu, yanlış mı muhasebesinin bu saatten sonra pek bir faydası olmuyor bana... onu kendim yenmeli, çözümü bulmalı veya olmuyorsa da kabullenmeliyim... kabullenmenin karaktere bir çeşit zarar verdiği bir gerçek ama yapılacak bir şey yoksa sihirli değneği beklemenin faydası da yok...

benim zaferlerim küçük:   "nasıl ders verdim", "söylediğine veya yazdığına pişman olmuştur", lafı nasıl çaktım", "yaptığına utanmıştır", "ona haksızlık ettim demiştir mutlaka" tarzında gerçek hayatta hiç rastlanmayacak ve "kendi kendine gelin güvey" misali bir ütopya... ama bundan vazgeçemiyorum... bu bir karakter yapısı...belki de bu, yenilmişliğin dolaylı ama aslında hiç kabul görmeyen bir bilinçaltı kabullenişi...

ama hemen her aşamada "artık" ile başlayan veya devam eden cümleler kurmamaya dikkat ederim... iddialıdır... 

...

uyanmayayım

ne olur !

yirmi dört

yıl oldu

tutalı

senin ellerini

bakalı

bebeğine gözünün

kıvrımına dudağının

razıyım

uykuda kalmaya

yeter ki rüyam değişmesin

...

herkesin derdi başka

...

her şey kırık dökük

en sağlam görüneni bile

eşyalar

ilişkiler

sevdalar

iddialısı

yani

aşklar

ve hiçbirini

yapıştırabilecek

dikebilecek

bir "şey"

yok

ve

bundan sonra da

olmayacak

çünkü

zamanı tükettik

kırmakla

ve dökmekle

...

balkonla teras arası

kireç badanalı bir yer

duvarlarda yerde

hatta havada asılı

öbek öbek anılar

kah masanın üstüne oturmuş

kah tahta karyolanın üzerindeki süngere

ama elinde birası

burası bir mekansa

dolduran Nazansa

öbeklere katkı yapan

iki seven kalptir

zaman dursa

ama kalpler

ve de gözler

sevmeye doymasa

...

hüzünlü bir şarkı

dinleyemiyorum 

yıllardır

şarkıyı dinlemeye başlamamla

gözyaşı kanallarımın

harekete geçmesi

ve de

burnumun sızlamaya başlaması

bir oluyor sanki

her hüzünlü şarkıda

kendimden bir parça mı var?

daha çok da senden?

geçmişim bu kadar mı yoğundu?

sanki her birisinden

bir kelimeyi,

bir cümleyi

veya tümünü

kendiminkilerle karşılaştırıyorum

kendiliğinden

kendiliğimden

...

sonbahardayız

ama

hep sonbaharmış

gibi geliyor

bana

1 + 1 = ?

...

keşke şu

bilinçaltı

çöplüğünden

kurtulabilsek

var oldukça

orada

bildiğim bir yerde

çarpan bir kalp

biliyorum

bendeki de çarpacak

...

soru değil

yazdıklarım

ama

cevabını anlayabiliyorum

sessiz kalmandan

...

yorgunluk vücudu

endişe de ruhu mahvediyor

birçoğumuzda ikisi de var

...

dalgalı deniz gibi ruhumuz

...

gün puslu

zulalarında cümle kötülüklerle

hücreleri çalışmaya başladı

kime ne yapsam?

biz gene masum dileklerde

"aydın bir gün olsun"lardayız

aynı göğün altıda mı

yaşıyoruz?

...

uykusuz gecelere

yarım yamalaklara

bizi bekleyen

ve 

gündüz pusuya yatmış

küçüğünden büyüğüne

sorunlar yığınına

er meydanı hazır

bekleyin geliyorum

nasıl olsa saatiniz kısıtlı

parçalayın beynimi

uykuya hasret bedenimi

vampirler gibi

gün yüzü sizi de

karanlığa yollayacak

gün aydın olsun

olsun ki geceye kadar

yok olmasanız da

aydınlığın yansıttıkları

sizi deliğinizde tutsun